Allah’a İtaat Etmiyene,İtaat Edilmez

Allah’a İtaat Etmiyene,İtaat Edilmez

(NİSA suresi 34. ayet) الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا

Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlaritaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaatederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

(NİSA suresi 59. ayet) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) deitaatedin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.

(NİSA suresi 64. ayet) وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا

Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle- ancak kendisineitaatedilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.

(NİSA suresi 69. ayet) وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَـئِكَ رَفِيقًا

Kim Allah’a ve Resûl’eitaatederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!

(NİSA suresi 80. ayet) مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا

Kim Resûl’eitaatederse Allah’aitaatetmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!.

(MÂİDE suresi 92. ayet) وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَاحْذَرُواْ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاَغُ الْمُبِينُ

Allah’aitaatedin, Resûle deitaatedin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer(itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Resûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.

(ENFÂL suresi 1. ayet) يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنفَالِ قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَأَصْلِحُواْ ذَاتَ بِيْنِكُمْ وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber’e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüneitaatedin.

(ENFÂL suresi 20. ayet) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ

Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlüneitaatedin, işittiğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin.

(ENFÂL suresi 46. ayet) وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

Allah ve Resûlüneitaatedin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

(TEVBE suresi 71. ayet)وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ  الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَـئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüneitaatederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.

(NAHL suresi 120. ayet) إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

İbrahim, gerçekten Hakk’a yönelen, Allah’aitaateden bir önder idi; Allah’a ortak koşanlardan değildi.

(TÂHÂ suresi 90. ayet) وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَارُونُ مِن قَبْلُ يَا قَوْمِ إِنَّمَا فُتِنتُم بِهِ وَإِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمَنُ فَاتَّبِعُونِي وَأَطِيعُوا أَمْرِي

Hakikaten Harun, onlara daha önce: Ey kavmim! demişti, siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah’tır. Şu halde bana uyunuz ve emrimeitaatediniz.

(MÜ’MİNÛN suresi 34. ayet) وَلَئِنْ أَطَعْتُم بَشَرًا مِثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًا لَّخَاسِرُونَ

“Gerçekten, sizin gibi bir beşereitaatederseniz, herhalde ziyan edersiniz.”

(NÛR suresi 47. ayet) وَيَقُولُونَ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالرَّسُولِ وَأَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِّنْهُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ وَمَا أُوْلَئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ

(Bazı insanlar:) “Allah’a ve Peygamber’e inandık veitaatettik” diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.

(NÛR suresi 51. ayet) إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak “İşittik veitaatettik” demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.

(NÛR suresi 56. ayet) وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber’eitaatedin ki merhamet göresiniz.

(ŞUARA suresi 108. ayet) فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ

Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve banaitaatedin.

(ŞUARA suresi 110. ayet) فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ

Onun için, Allah’tan korkun ve banaitaatedin.

(ANKEBÛT suresi 8. ayet)وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlaraitaatetme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.

(AHZÂB suresi 33. ayet) وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا

Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüneitaatedin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.


Allah’ın hikmetini bilme

Musa, İsa ve Üzeyir rabbimizden kaderin sırrını sormuşlar ve demişler ki:

“Eğer itaat edilmeyi dileseydin, mutlaka itaat edilirdin. Buna rağmen hâlâ sana isyan edilmektedir, bunun sebebi nedir?”

Yüce Allah onlara:

“Bu benim sırrımdır, buyurmuştur.”

Bu meselede, nice akıllar şaşkına dönmüştür. Alemin ezeli olduğunu, alemin yaratıcısının bizzat gerektirici olduğunu, tıpkı illetin malülü gerektirmesi gibi kendisini gerektirdiğini, yaptıklarını örneksiz ve yoktan var etmesinin mümkün olmadığını söyleyenler sapmışlardır. Bu hastalık, ehl-i kitaptan ve peygamberlerin tabilerinden bazı kimselere de bulaşmıştır. Bunlar, mümkün olan şeyleri, mevcut olanlarla sınırlandırdılar. Böyle davranmalarının nedeni, ilâhî fiilleri illetlere dayandırmanın sağladığı güvenin verdiği rahatlıktır. Bir de sonradan olma olguların sonradan olma sebeplerinin olduğunu görmüş olmalarıdır.

Kaderiyeciler ilâhî fiilleri, tail, tecviz ve elverişle veya en elverişli olanı gözetme ile ilgili illetli (hastalıklı) illetleriyle gerekçelendirmeye kalktılar. Ama bu iki gruptan hiçbiri temel çizgiyi tutturamadı ve bu fırsatı bir daha da bulamadılar.

Bundan dolayı dualistler (ikilemciler) ve mecusiler iki temel varlığı savundular ve aydınlıkla karanlığın ezeli olduğunu ileri sürdüler. İspat ehlinden olan kelâmcıların büyük çoğunluğu ise- Allah hakkında kötü zan ve karmaşık anlayış sayılabilecek değerlendirmeler yapmış olsalar da- az da olsa bu anlayıştan uzak kaldılar. Çünkü meseleyi sırf meşiyete ve salt iradeye döndürdüler. Onlara göre, Allahın bütün caiz / olabilir varlıkları inşa etmesi ve bütün mümkün nitelikli varlıkları gerektirmesi aynı tarzda ve aynı şekilde olmuş ve bu varlıklar bizzat özellik ve ayrıcalık kazanmışlardır.

Şayet bu değerlendirmeleri yaparken -bildiğimiz veya bilmediğimiz- rahmetin ve de hikmetin payının da olduğunu söyleselerdi, bu çıkarsamaları kabule daha yakın olurdu.

Her halukarda, yüce Allah’ın fiili ile ilgili olarak kullanılan nedensellik lamı (lam-ı talil) birçok insanın kendi fiilleriyle ilgili “lam”dan anladığı şey kast edilmez. İlâhî fiiller bağlamında kullanılan nedensellik lamıyla, insanların çoğunun bildiğinin ötesinde bir anlam kast edilir. Diyorlar ki:

Bu, yüce Allah’ın velilerinin kalplerini aydınlattığı ve esfiyasının kalplerine attığı bir bilgidir. Bunlar, rivayet ehlinden gelen açıklamalar yoluyla belirginleşen zâhirî bilgilerin bâtınî boyutlarını kavrama hususunda basiret sahiplerinin yöntemlerine sarılan kimselerdirler…

Bu noktada akıl sahipleri

“Rahmetim gazabımı geçmiştir.” (Buhari, Tevhid, 15; Müslim, Tevbe, 14-16)sözünün,

“kötülüğün sorumluluğu sana ait değildir.” (Müslim, Salatu Musafirin, 201) sözünün ve de

“Her türlü iyilik senin elindedir.” (Al-i İmran, 26)

“Yarattıklarının şerrinden…” (Felak, 2)

“Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.” (Şuara, 80)

“Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa rableri onlara bir hayır mı diledi?” (Cin, 10) ayetlerinin sırrını anlarlar.

Buna benzeyen bir husus da şudur:

Kötülük kavramı kullanıldığı zaman ya faili hazf edilir veya sebeplere izafe edilir, yahut genel ifadenin içinde dile getirilir. Fakat tekil olarak, her şeyin yaratıcısı olan Allah’a izafe edilerek kullanılması hikmetli birinin sözlerine yakışmaz. Bu, salt ayırt etmek için değil, ama edebi gerektiren hakikat açısından gerekli bir yaklaşımdır….

Bu da birçok kimsenin amel olmaksızın cennete girmelerinin ve bazı kimselerin sırf cennet için yaratılmalarının sebebini açıklamaktadır. Cehenneme gelince, buraya ancak işlenen amellerden dolayı girilir. Buraya ancak dünya ehli girer. Böylece

“Başına gelen kötülük nefsindendir.” (Nisa, 79)

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.”(Şura, 30)

Bununla beraber kötülük de kaderin kapsamına girer. Hz. Ebu Bekir ve başka sahabeler şöyle demişlerdir:

Eğer doğru ise bu, Allah’tandır. Şayet hata ise, bu da benden ve şeytandan kaynaklanmıştır…

Bunun gibi, her bakanın haktan bazı kısımlar göreceği, doğrudan bir parçaya sahip olabileceği, hakkın bazı yönlerini algılayabileceği, dolayısıyla kitabın tümüne inanmasını sağlayacak nice sözler söylenmiştir. Bunu da ancak akıl sahipleri gerçekleştirebilirler. Bunların sayısı da o kadar az ki! Bu, külli takdire yönelik kısa bir değiniydi.

İbni Teymiyye